Bir Sigara Bırakma Hikayesi: Kafada Bitirmek

murat-gocgunUyandığında ter içinde kalmıştı genç adam. Kalbi hızla çarpıyordu. Rüyasında binlerce, belki milyonlarca izmaritin atıldığı -çöplük demeyelim ama- harabe bir yerdeydi. Harabenin görevlileri tarafından, kendisine sürekli, içtiği sigaraların izmaritlerini bulması anons ediliyor ve genç adam çaresizlik içinde bir o yana bir bu yana koşturuyordu. Nereden bulacaktı ki…

Bir gün toplaması isteneceğini bilseydi biriktirirdi belki, koleksiyon yapardı: kimsenin görmeye ve koklamaya tahammül edemeyeceği bir koleksiyon… Şöyle bir konuşma geçerdi muhtemelen:
– Ne bunlar?
– Şimdiye kadar içtiğim sigaraların izmaritleri
– Hımmm… Hadi yaa!. (Vizonteledeki gibi;televizyon dünyayı ayağımıza getirecek!)
Sebep?!…

Neyse rüyadan devam edelim. Tam yere eğilip gözüne kestirdiği ilk izmariti alayım derken ruj izlerini görüp vazgeçti genç adam. Sonra eline geçen ikinci izmaritte şarap kokusu aldı ve onu da iğrenerek bıraktı. “Umarım bu bir kabustur. Öyle olmalı; yoksa birazdan çıldıracağım!” dedi kendi kendine.

Görevliler karşısına çıktı; “Kabus değil” dediler, “gerçek, tümüyle senin gerçeğin…” “Günde bir paketten 20 izmarit, ayda 600, yılda 7 binden fazla… On yılda 70.000 izmarit… Topla çabuk, yoksa hesabını soracağız!” dediler ve çekip gittiler.
“Kendi içtiğim sigara izmariti olmasa olmaz mı acaba, bunları benim içtiğimden nasıl emin olabilirim ki?” diye kara kara düşünürken uyandı.

Derin bir nefes… Rüyaymış çok şükür… Eşinin sesiyle irkildi: “Kaamiil! Yine mi sigara rüyası! Daha doktora gitmeden sigarayla mücadeleye başladın maşallah, bi de bırakınca nasıl olacan merak ediyorum…”

Sigara bırakma polikliniğinden randevu almıştı karısı onun için. Bir hafta kadar vakit vardı görüşmeye. On yıllık sigara içicisiydi. Birkaç defa denemiş, her seferinde bir hafta sonra pes etmişti. Günde bir paketi aşıyordu artık. Eve gelince kapıda karşılayan eşine her sarılışında suçluluk duygusu hisseder, üzerine sinen kokudan dolayı üzülür, “bırakacam hanım bırakacam inşallah, göreceksin” derdi. Beş yıllık evlilerdi ve bu sahne her akşam tekrarlanıyordu. En son, iki buçuk yaşındaki kuzusu sigara paketini masanın üstünde bulup içinden bir dalı ağzına alınca beyninde şimşekler çakmış ve bu illeti bırakmayı, tamamen bırakmayı kafasına koymuştu. “Peki ama nasıl olacak? İki defa denedim ve olmadı işte! İradem o kadar kuvvetli değil maalesef” derken eşi bir akrabasından duymuş ve sigara polikliniğine gitmeyi önermişti genç adama.

Randevu saati gelmeden biraz merak, biraz endişe, biraz da kararsızlıkla polikliniğin kapısındaki bekleme koltuğuna oturdular eşiyle birlikte. Az ötede oturan amca yanındaki genç kıza nasihat ediyordu: “Kızım ben 68 yaşındayım, 57 sene içtim, hiçbir hayrını görmedim. Siz de ne olur benim gibi içmeyin, daha gençken bırakın bu mereti”

Kamil bey irkildi: “57 sene, dile kolay… Bu amca rüya görse amma çok izmarit toplatacaklardı.” diye aklından geçirdi. Genç kız usulca kafa salladı. Yan tarafta oturan hanımlar kendi aralarında konuşuyordu: “Bak ben 5 yıl bıraktım, sonra tekrar başladım. Sakın tekrar başlamam diye güvenip bir tane olsun yakmayın; o bir dal, fitili ateşleyen bir kıvılcım gibi oluyor ve kaç sene daha peşi geliyor!” “Doğrudur, benim kardeşim de dört sene sonra tekrar başladı”

Kamil bey kendisini düşündü. Bir hafta ancak bırakabilmişti, iki hafta dayanabilseydim daha hiç içmezdim diye düşünürdü hep. Demek bu işin şakası yoktu. Genç kız hanımlara dönüp; “Evet abla ben de bırakmıştım. Arkadaşlarla bir doğum günü partisinde hatır için bir tane yaktım; hepsini de içemedim aslında ama sanki iki yıl geçmemiş gibi, daha dün bırakmışım gibi içme isteğim depreşti ve şimdi yine yarım pakete çıktım altı aydır.” Kamil bey kendisini düşündü tekrar. Randevu aldığını duyunca arkadaşı kendi hikayesini anlatmıştı: Dokuz yaşındaki oğlu, “Baba ben de ilerde sigara içecem, niye içiyon derlerse babam içiyordu diyecem” demişti ve o an kafasına dank etmiş, çok keskin bir kararla “Oğlum al şu paketi çöpe at, sana söz veriyorum bugün bırakıyorum daha da içmeyecem!” dediğini ve sekiz yıldır ağzına almadığını anlatmıştı.

Bu arada polikliniğin kapısı aralandı, içerden birisi çıktı. Altmış sekiz yaşındaki amca girdi, galiba ilacını yazdırdı. İçerden “Maşallah, çok güzel, aynen devam” kelimelerinin geçtiği kısa bir konuşmadan sonra içeriye genç kız girdi ve kapı hafif aralık kaldı. İçerdeki konuşmalar az buçuk duyulmaya devam ediyordu: “Niye bırakmak istiyorsunuz?” Genç kız “Hocam artık rahat spor yapamıyorum, nefesim kesiliyor bu yaşta” deyince doktor yaklaşık sekseninci kez aynı espriyi hatırlattı: “Geçen bir caps yapmışlar, sigaraya gelen zammı protesto etmek için yürüyüşe çıkan tiryakiler on dakika sonra tıkanıp kaldılar, yazıyordu”. “Evet güzel espriymiş” diye gülümseyerek tasdik etti genç kız. Doktor ilaç dışında bir şeylerden söz etmek ve kızı motive etmek adına devam etti: “Senin yaşında olmak isteyen ne kadar çok insan var, daha fazla sağlığın etkilenmeden hemen bırakmakta isabet edersin. Hani şimdiki aklım olsaydı deriz ya, hiç başlamazdık değil mi… Geçen bir hastamız demişti: “Allah korusun deprem falan olsa kaçıp kurtulacak halimiz olmayacak!..” Kamil bey bu söze takıldı: Yani ille de deprem mi olması lazımdı koşmak için! Hayat bir mücadeleydi ve insanın peşinde koşacağı hedefleri olmalıydı. Peşinden gidilecek kişiler… İdealler… Bazen gözlerinin ve kalbinin güzelliğine yandığın birisi, bazen dünyayı kurtarma sorumluluğu… Bazen ekmek bulamayan insanların vebali, bazen kirli savaşların mağdur ettiği masum çocukların silinmeyi bekleyen gözyaşları… Bunları düşününce kendini daha genç hissettiği zamanlardaki ideallerini hatırlayıp içi cız etti. Sigara içen adam koşar mıydı?! Koşabilir miydi…

Üzülünce, sevinince, efkarlanınca, bazen de sırf keyif için sigara içerdi insan. Ama koşarken sigara içilmezdi ki! Bu düşüncelere dalınca aklına geldi: bir yardım derneğinin ilanını görmüştü geçenlerde. “Afrika’da bir yetimin yetimhanede bir aylık gideri 100 TL. Sponsor olmak ister misiniz?” şeklinde bir ilandı. Güvenilir insanlar mıdır ki acaba diye düşünüp üzerinde durmamıştı. Şimdi aklına bir soru geldi: Acaba sigara üreten insanlar ne kadar güvenilirdir?!.. .Bana ne canım dedi, bir an iki buçuk yaşındaki oğlunun yetim kaldığını hayal etti ve göğsü sıkıştı. Ayda 100 TL… Ve ben sigaraya ayda 300 TL veriyorum… üç yetim… Afrikalı ve uzakta olması ne fark eder ki… Bir hesap daha yapsam derken aklına 300 TL ile kaç ekmek alınır diye bir soru geldi: 240! Ayda 240 ekmek yerine rüyama giren 600 izmarit ve kötü koku, hava kirliliği, nefes darlığı ve öksürük…vs…

İçerde doktor devam ediyordu: “Sigaraya zaten hiç başlamamak lazımdı. İnsanlık hali, gençlik diyelim; (gülümseyerek) sen cahillik de, başlamışız-başlamışsın diyelim. Hani bir yazar (Üstün DÖKMEN’di galiba) diyordu ya: “Ekmek yere düşünce nimet diyoruz, saygı gösteriyoruz; ama insana aynı saygıyı bile göstermiyoruz” Düşünürsek akciğerlerimizi, kalbimizi, tüm vücudumuzu; sağlığımız da çok büyük bir nimet, bir başka açıdan düşünürsek bize emanet değil mi? Güvenilir insan olmanın bir kuralı da emanetlere sahip çıkmak, koruyup kollamaksa; her insanın “sigara”sı yani insani bir zaafı olabilir, önemli olan kendi zaaflarımızın farkına varıp bunların üstüne cesaretle gidebilmemizdir. Buraya geldiğine göre bu kararlılıkla, tıbbi desteğimizin de katkısıyla bir daha asla başlamayacak şekilde bırakacağına inanıyorum. Bundan sonra sigara bir seçenek olmayacak hayatımızda…” diye devam ediyordu doktor: “Hem bir şey daha söyleyeyim; kadınlar biraz dikkat etse, sırf ciltlerinin hatrına sigarayı bırakmalılar bence. Bir de geçen bir hastamız söylemişti; tam katılmasam da ilginç geldi bana: “Hani birilerinin yüzünde nur var falan diyorlar ya, bence o sigara içmemekten kaynaklanan cilt güzelliği” demişti, diyerek sözünü tamamladı doktor.

Dışardaki kadınlar birbirlerine bakıp gülümsediler.

Kamil bey düşüncelere daldı. Oruç tuttuğunda akşama kadar sigara içmediğini hatırladı. Ama iftardan sonra acısını çıkartıyordu, bu yüzden herkesin kullandığı deyimle bu işi “kafada bitirmek” gerekiyordu. Sonra dün tanıştığı gencin söyledikleri geldi aklına: “Abicim eskiden rahatça oruç tutuyordum ama artık zorlandığımı fark ettim; yeme içme değil ille de sigara isteği yüzünden…”

Kafada bitirmek… İçerden doktorun sözleri geldi bunu teyit edercesine: “Bizim hoca da çok söyler, bu ilaçlar beyin nakli yapmıyor diye… Yıllar geçtikçe bırakmanın zor olması normal, ne kadar sıkı bağlanırsanız ayrılmak da o kadar zor olur malum”

Bu arada hastalar sırayla içeri girip çıkıyor; içerde kimisi biraz uzun, kimisi kısa kalıyordu. İlk defa gelenlerde biraz ümit ve heyecan, biraz da yıllardır dert ortağı ve dost kabul ettikleri birisinden ayrılmanın eşiğinde olmanın sıkıntısı fark ediliyordu. Doktor, dinlediklerini -faydası olur ümidiyle- sonradan gelenlere aktarıyordu: Genç bir beyefendi geldi, çocuğundan duyduğu onu çok etkilemiş: “Babam sigara içmiyor demek o kadar güzel bir duygu ki!…” Bir amca bırakmış, eşi anlatıyordu: “Artık yemeklerimi beğenmez oldu. Ağız tadı, koku alma duyusu fazla gelişti bizim adamın”.

Kamil bey yine düşüncelere daldı. Bir çocuğun gözüyle saf ve masum duruma bakarsam ya da yukarılardan gökyüzünden kendi fotoğrafımı çekersem, kendime dışardan bakarsam kolay olur kafamda bitirme işi diye düşündü. 3-4 yaşlarında bir çocuğun gözünden, sigara ağzında dumanı tüterek giden bir amca… O temiz zihinde bu hareketli canlı ne ifade ediyordur kim bilir… Dumanla çalışan bir makine?! Nefes aldıkça ağzındaki çubuğun ucunun kızarması, sonra dışarıya verdiği nefeste göğe dumanlar uçuşması… Hayır, bunu beceremedim dedi kendi içinden; o kadar masum değilim artık… Peki, o zaman gökyüzünden bakalım; bulutların da üstünden başlayalım. Çocukluğunda bulutların sigara dumanlarından oluştuğunu düşünürdü. Allahtan öyle değilmiş, yoksa bulutlardan yağmur yerine yağsa yağsa zift ve katran yağardı herhalde. Neyse aşağı süzülelim, gökdelenler! Eşsiz (!) mimarileriyle… Aklına bir yazarın (İbrahim PAŞALI olmalı) tespiti geldi: Süleymaniye’yi inşa edenler neden apartman yapmadı; yapamadı mı yapmadı mı?! Neyse konumuz bu değil. Aşağıdan fabrika bacalarından dumanlar, evlerin bacalarından da… Biraz daha aşağı inince Kamil kendini gördü: onun da başı dumanlıydı. Kuşlar, ağaçlar, çiçekler de içmeyen insanlar gibi sigara dumanlarından ve kokudan rahatsız oluyor mu acaba diye geçirdi içinden. Kafada bitirmek, ama nasıl ve neyi?!

On sene öncesine dönelim, kafamın içinde bir canavar beslemeye başlamışım. Her içtiğim sigarayla, her nefeste onu besliyorum ihmal etmeden. Beslemek deyince aklına geldi Kamil’in: Ne demişti Mevlana -gerçekten demiş miydi tam hatırlayamadı, iyi bi şeyse demiştir dedi muzipçe- “Yediğin ekmeğin bedenine girip kana cana dönüşmesi aşkla olur” Yani?! İçtiğin sigara da kana cana dönüşüyor mu Kamil, ne dersin?! Aşkla şevkle sigara içiyorum denebilir mi ya da? İçimdeki canavarın keyfine diyecek yok ama ya ciğerlerim? Onların dili olsa ne derler bana? Uzun bir dııı…t sesi mi gerekir sansür niyetine? Şu canavardan kurtulmalı… Bir arkadaşının sevdiği bir sözü hatırladı: “Herkes gönlündekinin kölesidir!” “Gönlümde bir nikotin canavarı olması kimin suçu?” Akciğerlerime cevabım: “Temiz havadan aldığım nefes beni kesmiyor da kusura bakmayın!”

İçerden doktorun sesi geliyordu yine: “Çayla sigara çok iyi gidiyor diye hissettiğinizi fark ettiyseniz belli bir süre kahve içebilirsiniz mesela.” – “Kahveyle de çok iyi gidiyor sigara doktor bey bilseniz…” “Hanımefendi siz fona sigarayı koymuşsunuz, her şeyi ona göre yakıştırıyorsunuz; yani ilk düğmeyi yanlış iliklemişsiniz gerisi yanlış geliyor” diyecekti doktor; demedi, gülümsedi sadece. Hiç içmediğim için sizi anlamam kolay değil, iftardan sonra içtiğim/beklediğim çay gibiyse zor olmalı gerçekten.

Kamil içine döndü: Sigara içtiğim zaman rahatlayacağımı telkin eden, dayanma gücümün artacağını, sigaradan keyif almam gerektiğini fısıldayan; beni kandıran ilk şey neyse işte onu kafamdan alıp bir izmarit gibi eziyorum ve rüyamda gördüğüm izmarit çöplüğüne atıyorum. Hadi Kamil nasıl bulursan bul o izmariti!!! Hayır, oruçluyken olan şartlanma değil aradığım; iftarda ödül gibi bekleyip göreceğim şey ancak çay gibi bir nimet olmalı. Saatlerce sabrederken burnumda tüterek onsuz yapamayacağımı, kafamın dağınık olacağını zihnime nakşeden beynimin hangi yeriyse oraya format atıyorum. Her gün defalarca tekrarlayarak alışkanlık haline getirip pekiştirdiğim şey aklıma, parmaklarıma, dudaklarıma, ciğerlerime vurulan bir prangadan farksız. Ellerimdeki ve dişlerimdeki sarılıklar o prangaların izleri olmalı! Kah parmaklarımın, kah dudaklarımın arasında; kah cebimde, kah masamda…

Bu gerçekten ihtiyaç olsaydı ne bileyim anne sütünde olurdu, olmadı diyelim zaruri bir vazife ya da maharet olsaydı doğum günü kutlar gibi insanlar törenle kutlardı; tütünle tanışma merasimi mesela –”Sizin çocuk başladı mı?” -“Yok henüz alışamadı, öksürmekten içemiyor. Alerjisi var galiba, içirmeye uğraşıyoruz!..

Dalga geçme Kamil; kendi işine bak, kendi içine bak! Kafanda bitir!!!

İçindeki o canavar yüzünden bütün sıkıntıların; Allen Carr’ın sigara bırakma kitabında bahsettiği nikotin canavarı yüzünden… Bir canavar var senden içeru. Sarma tütünün arasına koy ve yak onu son cigara niyetine, yok et o canavarı! Yok etmezsen ne mi olacak? Yakmaya devam ettiğin her sigara birikip bir ayda 240 ekmeği yakacak kül edecek! Ya da gözü yaşlı 3 yetimin bir aylık masrafının yerine yüzlerine üfleyeceğin dumanlı bir ooofff olacak! Kamil düşündükçe kemale eriyordu galiba, adının manasına ulaşıyordu anlaşılan…

Neyse sonunda sıra onlara da gelmişti. İçerden seslenilince kalkıp odaya girdiler eşiyle beraber. Doktor, “Kaç yıldır içiyorsunuz? Ne kadar? Niye bırakmak istiyorsunuz?” tarzı klasik sorularını sormaya hazırlanırken Kamil doktoru ve eşini şaşırttı: “Doktor bey ben ilaç yardımıyla bırakmaya gelmiştim ama burda beklerken kafamda bitirdim. Bana bonibon da verseniz bırakırım artık, e onu da kendim alayım bi zahmet marketten” dedi. Doktor: “Tebrikler. Çok sevindim, hayırlı olsun o zaman. Yoksa size de rüyanızda izmarit mi toplattılar?” diye gülerek sordu. Kamil çok şaşırdı, “Nerden bildiniz hocam?” –”Hiiiç, tahmin ettim sadece.” Kamil ve eşi çıkarken kendi kendine mırıldandı Doktor: “Yıllarca sigara içen adama çiçek mi toplatacaklar, tabii ki izmarit toplatırlar…

Dr. Murat Göçgün

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir